Şubat 19, 2011

Karia

Yüksek dağlardaki tapınakları, sarp kayalıklara oyulmuş mezarları, sakin koylardaki liman kentleriyle çalışkan ve dürüst insanların ülkesi. "Yüzyılın buluntusu; Tutankhamun'un mezarından bile daha önemli" diyordu bir uzman. Bütün dünyanın gözü, Karia uygarlığının ilk başkenti Milas'ta bulunan mezar odasındaydı.

İÖ 4. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen lahit olasılıkla, Karia satrabı Hekatomnos ya da ondan satraplığı devralan Halikarnassos Mausoleion'un sahibi oğlu Mausolos'a aitti. Mezar odasındaki nem, resimlere kısmen zarar vermiş olsa da, lahit ve çevresi yaklaşık 200 yıldır araştırmacıların dikkatini çeken Karia uygarlığının önemli sırlarını barındırıyor olabilir. Ağustos ayının ilk günleriydi. Tarihi eser kaçakçılarının bulduğu bir mezar odasıyla ilgili haber bütün dünyanın gözünü Milas'ta bir eve çevirdi.
Halk arasında Uzunyuva olarak bilinen ve Zeus Karios Kutsal Alanı olarak adlandırılan yerdeki evin içinde, yerin 10 metre kadar altında, define avcıları tarafından soyulan bir kral mezarı bulunmuştu. Muhteşem kabartmalar ve resimlerle süslü mezar, pek çok arkeolog tarafından "Anadolu'da son yüzyılın en önemli buluntusu" olarak değerlendirildi. Hatta bazı uzmanlar, mezar odası ve lahti "Tutankhamun'un mezarından bile önemli" buluyordu. Bunun nedeni, İÖ 4. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen mezarın, Pers krallığının ilk valilerinden Karia Satrabı Hekatomnos'a ya da satraplığı devrettiği, dünyanın yedi harikasından biri olan Halikarnassos Mausoleion'un sahibi oğlu Mausolos'a ait olduğuna yönelik tahminlerdi.
Araştırmaları yakından izleyen arkeologlar mezar odasının ağırlıklı olarak Hekatomnos'a ait olduğunda yoğunlaşıyordu. Bazı arkeologlar ise şu soruyu sormadan edemiyordu: "Mausolos'un lahti, Halikarnassos Mausoleion'u bitirilene kadar, geçici olarak Milas'taki bu mezar odasında tutulmuş olabilir mi?" Hekatomnos'un ölümünden sonra, oğlu Mausolos, başkenti Mylasa'dan (Milas) Halikarnassos'a taşımış, kız kardeşi Artemisia ile evlenerek Karia'yı bağımsız bir hükümdar gibi yönetmişti. Adına yapılan Halikarnassos Mausoleion'u, onun ve karısının ölümünden sonra inşaatı sürdüren ustalar tarafından bitirilebilmişti. Günümüzde Mausoleion'un kalıntıları British Museum'da bulunuyor.
Arkeologların, buranın Hekatomnos ya da Mausolos'un mezarı olabileceği üzerinde durmalarının nedenlerinden biri lahtin üzerindeki kabartmalar. Lahtin dört bir yanındaki mezar sahibinin farklı betimlemeleri Mausolos'un British Museum'daki heykeliyle benzerlikler taşıyor. Ancak mezar odasında kaçakçıların verdiği tahribat büyük. Mezarı bir süredir yağmalayanlar lahtin, kalınlığı yaklaşık 1,5 metre olan mermer bloklardan oluşan tavanını delmiş, lahtin içindeki ve mezar odasındaki pek çok eseri kaçırmışlar.
Kaçakçıların mezarın mermerini keserken su kullanmasının yanı sıra çevre foseptiklerden sızan sular da mezar odasındaki duvar resimlerinin kısmen bozulmasına neden olmuş. Kazıya başlayacak ekibin, mezar odasının çevresinde önemli arkeolojik yapılara rastlama olasılığı yüksek. Ama önce arkeolojik bulguları, dönüşü olmayacak şekilde tahrip edebilecek nemin nasıl kurutulacağının yolunu bulmaları gerekiyor. Milas'ta bulunan mezar, Karia tarihi için çok önemli sırları barındırıyor olabilir. Anadolu'daki pek çok uygarlıkla karşılaştırıldığında hakkında az şey bilinen Karia uygarlığı yaklaşık 200 yıldır araştırmacıların dikkatini çekiyor. Bu, inatla araştırmaya devam etme ve keşif duygusu, Karia uygarlığının önemli alanlarından olan Latmos Herakleiası'nda 12 yıl önce Karia döneminin sosyal yaşamına dair önemli bulgulara ulaşmamızı sağlamıştı.
Prof.Dr. Wolfgang Blüemel ile 1998 yılının Ağustos ayında, antik adı Latmos olan Bafa Gölü ve çevresinde epigrafik (artık kullanılmayan ölü dilleri, onların bıraktıkları yazıtları inceleyerek ortaya çıkaran bilim dalı) araştırma yapıyorduk. Sabah erkenden göldeki adalara doğru yola koyulup, 40 derecelik sıcaktan bunalmış halde eski yazılı taş bulma umuduyla çalı çırpı, yılan, çıyan arasında saatlerce dolaşıyorduk. Daha önce farklı bilim insanlarınca yayınlanmış birkaç yazıt dışında umduğumuzu bulamamıştık.
Biraz dinlenmek, açlık ve susuzluğumuzu gidermek üzere Kapıkırı Köyü'ndeki mazbut restoranlardan birisine girdik. Blüemel daha önceki yıllarda da bölgeye pek çok kez araştırmaya geldiği, Latmos yazıtlarının kendisi ve başka araştırmacılarca yayınlandığı, artık yeni bir yazıt bulma konusunda pek de umutlu olmadığından söz ediyordu. Ancak bölgenin şaşırtıcı özelliklerini bildiğimden umutla araştırmayı sürdürmekten yanaydım. Bir yandan da restoranı işletenlere çevrede yazıtlı taşların olup olmadığını soruyordum.
Servisimizi yapan genç adam Kapıkırı'nın yayla evlerinin birisinin kapısı önünde, bir su küpünün altında yıllar önce böyle bir taş olduğunu söyledi. Bizi oraya götürebilecekti. Birkaç kilometrelik yürüyüşten sonra ahşap bir kulübenin önünde durduk. Her taraf kapalıydı ve yazıtlı taş ortada yoktu. Çok emin olduğu bir taşın ortada olmaması bizden çok genç adamı üzmüş ve hırslandırmıştı. Kulübenin etrafını dolaşırken birden bağırdı: "İçeride, içeride!"
Yarım saat sonra kulübe açılmış içeride örümcek ağları arasından yazıtlı (su küpü altlığımız) taşımız çıkmıştı. Duvara yaslanmış mermer bloğa doğru eğilen Prof.Dr. Blüemel, bir şey söylemeden uzun süre aynı şekilde kaldı. Gözünü yazıttan ayıramıyordu. Dikkatini dağıtmamak için uzun süre bekledim ve ilk hareketinden yararlanıp, ne olabileceğini sordum. "Bir anlaşma metni" dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder